18 Aralık 2011 Pazar

PAYLAŞMAK GÜZELDİR





Mutluluğu, emeği; kederi, neşeyi

Yürekteki sevinci

Paylaşmalı insan

Boşuna dememişler

Acılar paylaştıkça azalır, mutluluklar paylaştıkça çoğalır.” diye

Paylaştıkça kalır güzellikler, üretilenler geleceğe

Paylaşın çocuklar, paylaşın güzel insanlar

Sevgiyi, umudu, duygu ve düşüncelerinizi

Paylaşın ki güçlensin dostluklarınız

Paylaşın ki yayılsın bunlar eşe dosta, dünyaya

***

Sosyal Medya” kavramı son yıllarda dilimize iyi yerleşti. Toplum yaşamında da etkisi giderek arttı. Ben, bu alan içinde daha çok “Facebook” ile ilgiliyim. Bu paylaşım sitesinde de yazılarımı ve çizdiğim kara kalem portre resimleri paylaşıyorum. Arada arkadaşlarımın, öğrencilerimin güzel yazı veya şiirlerini diğer facebook arkadaşlarımın da görmesi için paylaştığım oluyor. “Bu yazı ya da şiir çok güzel, bunları arkadaşlarım da görmeli.” düşüncesi bu paylaşımlarımda etken. Son zamanlarda az paylaşım yapsam da buna bir de İnstagram eklendi.

Twitterla ilgim yok, TikTok'un da ne olduğunu pek bilmiyorum. Bu yazımda Facebook'la olan tanışıklığımı, ilk acemiliklerimi ve emeklilik yaşamımda bana getirdiklerini anlatacağım.

Araştırdım, öğrendim. Facebook sözcük anlamıyla “kitap yüzü” demekmiş. Anlamı öyleymiş de bunu “insan yüzü” olarak da algılayabiliriz. Çünkü insanları pek çok olumlu ya da olumsuz yönleriyle oradaki paylaşımlarından tanıyabiliyoruz.

Amerikalı yazar Paul Auster bunu şöyle özetlemiş:

Artık insanları tanımaya çalışmakla vakit kaybetmiyorum. Nasıl olsa onlar, zamanı gelince yaptıklarıyla kendilerini tanıtıyor.”

Ben de bu sanal ortamda çok güzel insanlar tanıdım. Yıllardır göremediğim okul arkadaşlarımla, öğrencilerimle iletişim kurdum. Güzel, emek ürünü paylaşımlarından yararlandım. Bir emekli uğraşısı olarak yazılarımı, çizdiğim resimleri, kısacası amatörce ürettiklerimi paylaştım. Pek çok arkadaşım da bu paylaşım sitesini çok olumlu yönde kullanıyor. Kötüye kullananların da gerçek yüzü burada anlaşılıyor. Onların sayfamızda zaten yeri yok.

Zamanlarını en kötü şekilde kullananlar, en çok zamanın kısalığından şikayet ederler.”

Zaman su gibi akıp gidiyor derler; halbuki, zaman değil biz geçip gidiyoruz.”

Evet, zaman akıp giderken güzellikleri, yararlı olanları paylaşalım.

***

Bizimki de kırkından sonrayı bırakın, altmışından sonra saz çalmak gibi. Zaten televizyon, uçak, bilgisayar gibi buluşlara oldum olası hiç aklım ermemiştir benim. "Koskoca uçak havada nasıl durur? Dünyanın her yerindeki olayları, kanepemize yan yatmış halimizle nasıl seyrederiz bu televizyon denen ekrandan? Ne sorsan cevap veren, hele de facebook yoluyla yıllardır görüşemediklerimizle iletişimimizi sağlayan bu bilgisayar da nasıl bir mucizedir?" Böyle derken bilime olan hayranlığımı anlatmak istiyorum. İnsanlık, bu buluşları yapanlara çok şeyler borçludur. Mustafa Kemal Atatürk'ün "Hayatta en hakiki mürşit ilimdir, fendir." sözü de doğruluğunu burada gösteriyor.

Şimdi televizyon, bilgisayar, akıllı telefon gibi iletişim, bilgilenme araçlarını 1970'li yıllarda vefat eden Ümüş ebem görebilse ne düşünürdü merak ederim. Onun yaşarken benim bildiğim yıllarda köyden ilçeye bile gittiğini hiç görmedim. O zamanlar bizler de elimizdeki küçücük telefonla dünyayı avucumuza alacağımızı hayal bile edemezdik.

Devlet okullarında, daha sonra da özel dershanelerde otuz altı yıllık öğretmenliğe noktayı koyup "Şimdi ne yapmalıyım?" sorusuna yanıt ararken, çocuklar: "Baba, gel sana bilgisayar alalım, yazılarını da orada yazarsın, hem senin için de keyifli bir uğraş olur." dediklerinde ben klavyenin tuşlarına basmayı bile bilmiyordum. Kafasını gözünü yararak da olsa bu zamane mucizesini açıp kapatmayı, blog oluşturup ( çocukların yardımıyla) yazılarımı yazmayı öğrendim. Bir gün çocuklar bana:

- Baba, facebook denen bir paylaşım sitesi var, seni üye yapalım.

- Ne işe yarıyor bu facebook?

- Üye olduktan sonra senin adını görenler arkadaşlık istiyor veya sen gördüklerinden arkadaşlık istiyorsun. Orada paylaşımlar yapıp arkadaşlarının paylaşımlarını görüyorsun, onlarla haberleşebiliyorsun.

- Ben bu yaşta kiminle arkadaş olacağım, orası gençlerin sitesi olmalı.

Böyle karşı çıktıysam da yine de üye olduk, daha doğrusu üye yapıldık. Önce facebook hesabı olan birkaç yakınımla arkadaş olduktan sonra beni mutlu eden mesajlarla birlikte eski öğrencilerimden istekler gelmeye başladı. 1973'ten 1995'e kadar çalıştığım Mucur'dan, özellikle 1973-1992 arası Mucur Ortaokulu'ndaki öğrencilerimden gelen istek ve onurlandırıcı mesajlar, benim gibi emekli bir öğretmeni elbette sevindirdi. "Mucur Ortaokulu Yılları" adıyla siyah beyaz fotoğraflardan oluşan albümü facebookta oluşturunca istekler çoğaldı. Yazdığım yazılar ve çizdiğim resimlere ilgi gösterenlerle, eski öğrencilerimin vefalı yaklaşımlarıyla facebookta iletişimde bulunduğum arkadaş çevresi giderek genişledi.

Düşünebiliyor musunuz, bir öğrencinizi on bir- on dört yaş aralığında okutuyorsunuz, ondan sonra otuz- otuz beş yıl onu hiç görmüyorsunuz. Bir gün karşınıza elli yaşına yaklaşmış olarak çıkıyor. Eğer bulunduğunuz kentteyse onunla buluşup konuşuyorsunuz. Bu mutluluklar bir yana şimdi seksen yaşına gelen kendi öğretmenlerinizden biri de bir tesadüf sonucu facebook arkadaşınız oluyor ve onun şiirler seslendirdiği videoları dinliyorsunuz. Öğretmen okulundaki öğretmeniniz ve saygıdeğer eşiyle saygı, sevgiye dayanan iletişim kurup sanki ailelerinden birisi gibi oluyorsunuz. Ortaokul yıllarındaki Tabiat Bilgisi öğretmeninizi ziyaret edip elini öpüyorsunuz.

Elli yıl önceki okul, sınıf arkadaşlarınızla toplantılarda buluşup gençlik yıllarındaki kuramadığınız arkadaşlıkları, dostlukları kuruyor; anılarla o yıllara dönüyorsunuz.

Yukarıda belirttiğim albümdeki siyah beyaz fotoğrafların çoğu 1973-1980 arasında çekilmiş. İlçenin tek fotoğrafçısı, belirli günlerde çekmiş bu fotoğrafları. Birkaç tane de tab edip okula getirmiş. O zamanın öğrencilerinde bu fotoğrafı alacak para nerede? Öğretmen olarak bizler almışız o fotoğrafları. Şimdi kırklı, ellili yaşlara gelen eski öğrencilerimizin, o fotoğraflarda ortaokuldaki hallerini gördüklerinde nasıl duygulara kapıldıklarını siz düşünün.

Facebooka üye olduğumuz ilk aylardaki gülünç, acemice durumlar da yaşadık.

Bir gün facebooka girdim, "Bilgiler" kısmında oku gezdirirken "flört" yazan sözcüğün üzerinde de durmuşum herhalde. Şimdi öyle bir bölüm yok, kaldırmışlar. Oraya tıklamadığımı biliyorum. Kapattım ve dışarı çıktım. Üç saat sonra eve geldiğimde çocuklar da bize gelmişler. Yeni heves ya! Yine açtım, bakıyoruz, bazı yerlerini öğretiyorlar bana. Birden kızımın çığlığı:

- Aman baba, bu ne?

- Ne var kızım, ne oldu?

- Bak şurada ne yazıyor?

Dikkatle baktım, "Anasayfa" denen yerde aynen şu cümle var: "Numan yeni flört arıyor."

- Allah Allah! Kızım bu neyin nesi? Çabuk sil şunu! Umarım bu kısa zaman içinde okuyanlar olmamıştır.

- Baba, sen bu "flört" yazan yere bastın mı?

- Bilmiyorum kızım, birkaç saat önce girdim, çeşitli yerleri dolaştım; ama böyle bir yere basmamışımdır herhalde.

Bu arada tepemizde dikilip bakan oğlum da durumu anlayınca bastı kahkahayı. "Ben seni anneme demem mi?" diyerek salon kapısına doğru koştu. "Elli kağıt temizler bu işi." demeyi de unutmadı. Ben de teslim olmadım her zamanki gibi. "Geç onları, tınmam öyle şeylerden." diyerek umutlarını(!) boşa çıkardım.

***

Bir başka olay da gülünç olmasa bile epeyce ilginçti. Ben "Edebiyat Defteri" adlı bir edebiyat sitesine yazılarımı gönderiyorum. Yazılarıma "Bedri Tokul" adında bir arkadaş yorumlar yapıyor, övgülerini dile getiriyor. "Tokul" soyadı az bulunan bir soyadı olduğu için ilgimi çekiyor. Bir akşam Bedri Bey'in, o gün gönderdiğim yazımın altına yazdığı yorumunu okuduktan sonra ona, mesaj yoluyla şu soruyu soruyorum: "Bedri Bey, soyadınız ilgimi çekti. Benim Batıkent Mobil Lisesi'nde Seval Tokul adında bir öğrencim vardı. Yakınlığınız var mı?" Bedri Bey'den yanıt çok gecikmiyor. "Vay sevgili hocam! Demek sen benim biricik kızımın öğretmenisin ha!" Bedri Bey, işten çok yorgun geldiğini bildiği halde gecenin on birinde Seval'i arıyor, haber veriyor. Emekli astsubay olan Bedri Bey'in o siteye yazdıklarını okumak da bana ayrı keyif veriyor.

***.

Yukarıdakilere benzer, mutluluk verici "facebook yaşanmışlıkları"nı daha da çoğaltabilirim. Bu paylaşım sitesi olumlu kullanıldığında gerçekten eşsiz bir buluş. İnsan oraya elbette sevdiği bir müzik parçasının videosunu da koyabilir; ama her önüne gelen videoyu da oraya aktarmamalı diye düşünüyorum. Bir de orda hesabı olanlar en az ilköğretim okulu mezunu. Kullanılan Türkçe ise içler acısı. Büyük harf, küçük harf; nokta, virgül...hak getire. Milletini seven insanlar, o milletin en güçlü bağı olan dilini de doğru kullanmalılar. Şimdi bu cümleleri okuyanlar "Hocam, sen de kendini hâlâ okulda sanıyorsun." diye bıyık altından gülebilirler. Olsun, dilini güzel konuşup yazmak her ulusseverin görevidir bence. Dilimizi doğru ve güzel kullananlara karşı da teşekkürden başka ne sözümüz olabilir. "Telefonda yazarken hata yapıyoruz!" sözü bana göre mazeret değil, biraz ağır, dikkatli yazarsın. Yanlışlık yapmışsan silip düzeltme olanağı da var.

Çok sık gelen videolar, oyun istekleri de bıktırıyor insanı. Güzel olan bir gönderiyi beğendiğimizi belirtmemiz gayet doğaldır; ama onu gönderen bizim arkadaşımız, yakınımız diye de her şeyi "beğen"mek zorunda değiliz. Zaten "Beğen"e tıklamak bir bakıma paylaşımınızı gördüm veya okudum anlamına da geliyor. Keşke başkalarının ürettikleri yanında kendi ürettiklerimizi de paylaşabilseydik bu paylaşım sitesinde.

Bu paylaşım sitesinde yedi yaşındaki de yetmiş yaşındaki de var. Necati Cumalı'nın bir şiirinde dediği gibi "İnsanoğlu çeşit çeşit/ Beşi parmağın beşi bir mi" Bu olumsuzluklara da katlanmak zorundayız.


***

Çocuktuk

Daha kasabayı bile görmemiş bir köy çocuğu

Derlerdi ki büyüklerimiz

"Zaman gelecek, bu radyoların içinde

Adamlar da görünecekmiş"

Aklımız almazdı bir türlü

Nasıl sığardı kocaman kocaman adamlar

Gün geldi, devran döndü

Bu ufacık kutulara sığdılar

Televizyon oldu o

Biz televizyonu da bilgisayarı da, akıllı telefonu da gördük

Kim bilir neler neler görecek torunlar

.........................................

Numan Kurt




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

YEŞİLLİKLER ÜZERİNDE KIRMIZI GELİNCİKLER

  Sabah erken yürürken kıyıda Deniz masmavi, hafif dalgalı Belli ki temizlemiş kendini bütün kış boyunca Güneş ısıtırken yeryüzünü Hafiften ...