4 Aralık 2012 Salı

BENİM CAN YOLDAŞIM (Doğu öyküleri 1)








    "Sayın dinleyiciler şimdi istek türkülere geçiyoruz. Muazzez Türüng'den dinleyeceğiniz bu türküyü Ankara'dan Zeynep, üniversitedeki nişanlısı; Yozgat'tan Mehmet Ali, askerdeki arkadaşları için istemişler."
O küçücük transistörlü Kondor radyodan Muazzez Türüng'ün sesi yayılıyor köyün içine:
"Mektebin bacaları
Ders verir hocaları
Vay lele vay vay...."
Sonra sırayı Ahmet Sezgin alıyor:
"Bük dibinde yatarım
Beşli martin atarım..."
Hangi birini sayayım. Şimdiki gibi arabeskçiler, rockçular, şarkı söylüyorum diye kuru laf gevezeliği yapanlar kaplamamış ortalığı. Nezahat Bayram'ı, Necla Erol'u, Nurettin Çamlıdağ'ı, Neriman Altındağ Tüfekçi'yi, Selahattin Erorhan'ı, Yıldız Ayhan'ı, Aliye Akkılıç'ı ve daha nicelerini halkın türküleriyle dinliyoruz.
*****
Coştukça coşuyor "Vatandaş" diye anılan Mustafa amcanın oğlu Bekir'in Kondor marka radyosu. Onun bakkal dükkânına ne zaman uğrasak çocukluğumuzun, gençliğimizin o güzel türküleriyle karşılıyor bizi bu radyo. Daha on altı- onyedi yaşlarında bir gençken kafama koyuyorum. "Ben de bir gün maaşa geçersem bu radyodan alacağım." diyorum. Köyün tüm gençleri arasında Bekir'in, bir Polis Radyosu'ndan, bir Mamak Radyosu'ndan türküler dinleten bu radyosu çok meşhur.
*******
Gece yarısı bir gürültüyle uyanıyorum korku içinde. Hemen yere bakıyorum, benim Kondor radyo yerde. Telaşla doğrulup elime alıyorum radyoyu. Öndeki cam kırılmış, yarısı parçalanmış yerde, yarısı çatlamış; ama yere düşmemiş. Karton üzerindeki ibre sağa yatmış. "Allah kahretsin! Ben daha bugün aldım bu radyoyu!" diyorum. Ses düğmesini hızla çevirince radyonun çalıştığını duyuyorum.
Yıllar önce "Benim de bir Kondor radyom olacak." hayalimi o gün aldığım radyoyla gerçekleştirmiştim. 1972 yılı ekim ayının sonuna doğru atandığım Muş-Bulanık- Karaağıl Ortaokulu'nda ilk maaşımı, kararnamem geciktiği için ocak ayının başında alabilmiştim. İlçeye karlı dağların eteğinde kızakla ilk gidişimde birikmiş maaşımı alınca tek cadde üzerindeki dükkânlardan birine girmiş, orada Kondor marka radyonun bulunuşuna da çok sevinmiştim. Bin yüz lira aylık alırken bu radyoyu yedi yüz lira vererek aldım. O yıllarda pahalıydı bu tür şeyler.
"Tek müdür, tek mühür" olarak çalıştığım okulumdaki odama akşam dönünce sobaya tezeği doldurdum. Hani Bedri Rahmi "Tezek" adlı kitabında anlatıyor ya. Memur, istatistik için gönderilen "İlinizdeki kış yakıtları nedir?" sorusuna ilin birinde hep "Tezek" yanıtı gelince bir yazıyla tekrar sormuş: "Tezek nedir?" diye. Kısa sürede cevabını yazmışlar: "Tezek b.ktur, kalorisi yoktur." Ömründe tezek nedir bilmeyen memur da bu işe çok şaşırmış. İşte benim sobaya doldurduğum tezek de birden "gür gür" yanar, soba bir kızarır, daha bir saat bile geçmeden odanın içi buz gibi olur. O gün de her zamanki gibi paltomla uzanmıştım yatağa. Hevesle, mutlulukla dinlediğim radyom da göğsümün üstündeydi. Günün verdiği yorgunlukla uyuyakalınca da güzelim radyom gecenin bir vaktinde küüüt yerde.
Camının yarısı kırık, ibresi eğik Kondor radyom, Bekir'in radyosu kadar olmasa da Polis, Mamak Radyolarını çekmese de bana aylarca Ankara Radyosu'ndan, Diyarbakır Radyosu'ndan türküler, şarkılar söyledi. Yurdumdan haberler verdi . Her pazartesi akşamı saat 21.00'da "Mikrofonda Tiyatro"yu dinletti. Siz bilir misiniz yerde karın bir metreyi aştığı, geceleri "Kurtlar basar!" diye dışarıya çıkamadığımız, suyu kışın donan Murat ırmağı kenarındaki Karaağıl'da akşam karanlık çökünce gaz lâmbası ışığında, küçücük, soğuk bir odada Ali Ekber Çiçek'ten "Mektup selam söyle benden sılaya/ Söyle benim için de eller ağlasın" türküsünün verdiği hüznü? Ne kadar da üzülmüştüm 21 Mart 1973'te akşam haberlerinde duyunca Âşık Veysel'in öldüğünü.
Benim Kondor radyom daha yıllarca çaldı, bana arkadaş oldu. Sonra bir gün yine bir yere mi düşürdük ne yaptık şimdi hatırlayamıyorum onun da sesi kesildi. Maaşımın yarıdan çoğunu vererek aldığım bu can yoldaşımı anımsadıkça eşyaların da bir dili olduğu, dostluğu olduğu düşüncesine ben de katılırım.
Radyodan söz etmişken aklıma köyümüzde anlatılan, o zamanlar Anadolu'nun pek çok köyünde de belki yaşanan gülünç bir yaşanmışlıktan söz edeyim. 1950'li yılların sonunda köyümüzde üç beş evde radyo var. Babam köydr Tarım Kredi Kooperatifi memuru olduğu için bizim de pilli bataryalı radyomuz odamızın pencere boşluğunda kurulu.
Zaman içinde köyde radyo çoğalıyor. Solak Ali amcanın karısı evde radyo dinliyor. Güzel bir türkü söylüyor radyo. Ali amcanın karısının da o anda dışarıda yapması gereken bir işi var. Yanındakilere diyor ki: "Kapatalım şunu da gelince açar, kaldığı yerden dinleriz."
*******
Kırk öğrencim var okulda
Öğrenmeye aç
Çoğu tek caddeli ilçesini bile
Görmemiş
Konuşurken, öğretirken sessiz saygılı
Gözüme bakan
Varlıklı olsa da bazıları
Pek çoğu giysileriyle, yoksulluklarıyla
Yürek yakan
Duvardaki kara tahtamız kontraplaktan
Yumurta sarısı, isle boyanmış
Koca mıhlarla çakılmış
İkide bir tak diye yerinden atan
Özledim ben sizleri
On beşinden sonra ortaokula başlamış Ferzende, Sabri, Emin
Şimdi elli yıl sonra hepsini nasıl sayayım erkek öğrencilerimin
Kızlar azdı, parmakla sayılacak kadar
Sonay, Aysel, Melek, Nuriye ve Yasemin
İlk göz ağrılarım
Ne de saygılı, uyumlu, çalışkan çocuklardınız
O kırık Türkçenizle
*******.
Yirmi bir yaşında çiçeği burnunda bir öğretmenim. Bu dizelerde anlatmaya çalıştıklarım da benim ilk öğrencilerim. Haftada bir gelip sorarlardı: "Öğretmenim yıkanacak çamaşırınız var mı?" diye. Başkalarına yük olmayı hiç sevmem. Oysa onlar öğretmenlerinin çamaşırlarını eve götürüp yıkatmaktan bile mutluluk duyarlardı. Bir onlar bir de Kondor radyom hep aklımda oldular, o dağları karlı Karaağıl'da "ilk göz ağrılarım" olarak kaldılar.
.........................................................................
Numan Kurt

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

YEŞİLLİKLER ÜZERİNDE KIRMIZI GELİNCİKLER

  Sabah erken yürürken kıyıda Deniz masmavi, hafif dalgalı Belli ki temizlemiş kendini bütün kış boyunca Güneş ısıtırken yeryüzünü Hafiften ...